mp3 indir
Ervahı Ezelden
 
Burcu Güneş - Ervahı Ezelden
Sanatçı
Albüm
Şarkı
: Ervahı Ezelden
Boyut
: 5.62 MB
İndirme
: 2162 Toplam İndirme
24-09-2018 Tarihinde eklendi, Toplam 2162 İndirme
Mp3 indirmek için tıklayın
Sanatçı'nın En Çok İndirilen Mp3leri
Kullanıcı Yorumları (Burcu Güneş - Ervahı Ezelden )
  1. Gülay Kuzgun

    Şimdiye kadar deli gibi bağırdın şimdi aslımiza gelmişsin güzel kız

  2. Huseyin Yildiz

    Yalan dünya şu hayatta elbet sende bir gün silinip gideceksin o zaman geriye ne kalacak ki

  3. Yakup Öztürk

    Son bölümdeki summani baba nın isminin geçtiği bölümü söylememesi bence de çok büyük ayı ve saygısızlık olmuş. Yazarın emeğine saygı lütfen.. Onun dışında güzel.. Oda olsaydı süper olurdu yazık olmuş çalışmaya...

  4. H. Baştürk

    Bre gafiller! Âşık Sümmâninin eserinden Âşık Sümmâninin adını çıkartmak ne demek?

  5. Baran Solmaz

    işte biz seni hep bu şarkılarla dinlemek isteriz ..ağır ol..

  6. Serdar ozyel

    Burcu senden bunu beklemezdim.. harika olmuş öyle böyle değil...sende az anormal değilsin.

  7. Ahmet hakarar

    yazanlar leyla'yı mecnun kitabınsümmani'yi bir kenara yazmışlar kısmı neen yok. Yorum Çok güzel olmuş.

  8. Asel Akçelik

    Sümmani'nin Medhiyesinin olmaması çok büyük saygısızlık...Ayrıca ervah-ı ezelde yerine "ezelden" diye okuması olmamış...Bunun dışında sesi çok güzel...

  9. Hüseyin Yılmaz

    vay anasını!!!! yorum sazlar harmoni süper yaaaa.Burcu,Zeynep,Kıraç üçlüsü diyorum başka da birşey demiyorum.

  10. Prince Mishkin

    Summaniye çok büyük vefasızlık yapılmış

  11. Lea Sonar

    Bir sesin rengiyle müziğe uyumu çok nadir görülen bir durumdur. Bunu başarmışsınız. Uzun zamandır bu kadar kaliteli müzik dinlememiştim. Emeğinize sağlık.

  12. Cevdet Yaşik

    Ben burcu ya aşığım seni çok seviyorum burcum....

  13. Melikcan Kıldize

    Sümmani iyilik yap o kalır destan birgün de toprağı verirler üsten

  14. Melodi Anatolia

    Summani mahlasini koymamissiniz:((ve fakat inci gibi, nakis gibi cok muhtesemsiniz

  15. Necati AVAN

    Türküler feryat, figan, sitem, ah da etseler, hasret, elem, keder, acı da çekseler, hüzün, neşe, sevinç de taşısalar, özlerinde sade, saf ve temiz, yalansız, riyasız, dürüstler, kalpleri yumuşatıyorlar. Her Sevenin, Sevdalının, Aşığın yolu bir gün mutlaka onlara uğruyor. Bir Sevgilim yok, bir Sevdam yok, bir Aşkım yok ama yine de onlara her zaman misafir oluyorum. Bilmiyorum onları dinlerken duygularımın yoğunlaşmasının nedenini. Bilmiyorum neden hep içli ve duygulu Türküleri dinlememin sebebini. Bilmiyorum, bir “Sevda Türküsü” dinlerken gözlerimin dolmasının sebebini, neden hüzünlendiğimi. Yok bir özlediğim beni seven ayrı kaldığım. Yok bir hasretim yol gözlediğim…Uzak duruyorum muhtemel Sevgilerden, Sevdalardan, Aşklardan… Yok bir sebebim, çok mu duygusalım, çok mu yaşadım, çok mu anlarım Sevdadan, Aşktan… Öyleyse bana ne onların ne çektiklerinden, neden alıp ortak ederler dertlerine beni bilmem… Vardır belki bir sebebi bilmediğim, yine de şikayetçi değilim onlardan, memnunum her zaman dinlemekten…Sevgiyi iyi bildiğimden, Sevdayı az anladığımdan, Aşkı hiç bilmediğimden, hiç tatmadığımdan Aşkı soruyorum onlara. “Dinle” diyorlar ve severek açıyorlar içlerini bana, anlatıyorlar hikayelerini. Hepsinin hikayesi farklı ama ortak noktaları “Sevgili”leri (Yâr’leri).Önce onlara yeniden hayat verip, kendilerinden de birşeyler katarak dile getiren Üstadlara saygı ile dinliyorum, dertlerine ortak oluyorum, onlarla seviniyor, onlarla gülüp ağlıyorum, onlarla hüzünlenip üzülüyorum, onlarla feryat figan ediyorum. Bazan da onların “Duygu Seli”ne kapılıp onların Dünyasında diyar diyar dolaşıyor ve; Karacaoğlan’a rastlıyorum her yerde. Genç, bıyıkları yeni terleyen, yağız, yakışıklı, candan, sevimli ve oldukça çapkın bir delikanlı. Gördüğü her Güzele muhtemelen kendi eliyle yaptığı üç telli zarif saz’ıyla başlıyor methiyeler dizmeye, övgüler yağdırmaya… Seviyor, sevdalanıyor… Sonra başka Güzellere rastlıyor, onları da seviyor, onlara da sevdalanıyor… Çapkınlığına yoruyorum! “Hayır, Aşkı arıyorum!, “ diyor.. Dolaşıyorum onunla nere rastgelirse, öğrenmeye çalışıyorum biraz Sevgiyi, biraz da Sevdayı, eh biraz da çapkınlığı… Bazan “Küçüksün Güzel” diyorum, bazan da görmek istiyorum “Ayvayı, Narı”…“Uzun İnce bir yolda” rastlıyorum Aşık Veysel’e. Yol üzerindeki Çiğdem, Lale, Nergiz, Sümbül ve Mor Menekşe’leri gördükçe durup onları incitmeden seviyoruz birlikte. Övgüleri o yapıyor. Lale nadiren, fakat Çiğdem, Nergiz, Sümbül ve, ya bir çalı, yada bir taş dibinde saklanan minik Mor Menevşe’lerin bizim êllerde o güzel renkleri, zerafetleri, kokuları, utangaç, boyunları bükük mahçup güzellikleriyle her yerde öbek öbek saf tutarak baharı saygıyla selamlamalarını, helede Sümbülün o ince zarifliğini, daha uzaklardan gelen o muhteşem kokusuyla baharı müjdeleyişini hatırlayınca, özür diliyorum onlardan, demet demet koparıp topladığım için… Ve diğerlerinden…Gelincik, Pampal, Yogurt çiçekleri ve tüm Kır çiçeklerinden… Yola devam ediyoruz. “Yaşamla Ölüm” arasındaki o ince çizgiden öğütler veriyor bana, Yaşamayı sevmek kadar ölümün doğallığını, ölümden korkmamayı da öğreniyorum ondan. Dökmüyor dertlerini derin dereye, korkmuyor yaralarının Yüz olmasından, Gün gelip teninin toprağa karışıp toz olup gitmesinden, korkuyor tek bir şeyden, Yârinin yoz olup gitmesinden, çünkü kaygılı irakiplerinden… Sevgilerini, Sevdalarını, Aşklarını, Sevaplarını, Günahlarını alarak yürüyor dimdik, Tutmuyorum kollarından, biliyorum çünkü çok iyi görüyor “Menzili” benden… Öpüyorum ellerini bu bilge İhtiyarın, uğurluyorum saygıyla onu o “Uzuun İnce Yol”una. O yürüdükçe, “Ulu bir Çınar” gibi büyüyor gözlerimde… Dağlarda Ferhat’a kolay gelsin diyorum. Yardım istemiyor, durmuyor, dinlenmiyor, yorulmuyor… Biliyorum ölünce bile ayıracak bir “Kara Çalı” onu sevdiğinden, soruyorum; “Bu azim, bu güç, bu sabır neden?” diye “Anlarsın kendi Şirin’ini bulduğunda” diyor.Durup seyrediyorum… Öğreniyorum biraz “Dağ delmeyi” biraz da “Taş oymayı” belki bir gün gerekirse diye.Çöllerde Mecnun’a su veriyorum. İçmiyor… O, yaklaştıkça uzaklaşan Leyla’sının Hayâli peşinde. Biliyorum Leyla’nın sanıldığı kadar da güzel olmadığını ve soruyorum; “Neden görmezsin başka bir Güzel, İllaki Leyla” diye?! “Anlarsın, bakabilirsen benim gözlerimle” diyor. İlerliyoruz çöl kumlarında bata çıka, düşe kalka, yaklaşıyoruz, tam tutacak Leyla’sının ellerini.. Kayboluyor!.. El sallıyor bir sonraki kum tepesinden. Yürüyoruz yine bata çıka, düşe kalka ulaşmak için... Tanıyorum Çölleri de biraz… Geçmem gerekirse diye! Yollar aşarken rastlıyorum Kerem’e. Soruyor Sazıyla kendi usulünce, “Aslı’yı gördüm mü?” diye… Biliyorum kaçırıyor babası Aslı’yı diyar diyar; “Bak daha güzelleri var! “ diyorum. “Var da, yok Aslı gibisi, Anlarsın, yanarsan sen de Aşk’ın Od’una!” diyor. “Yoldaşlık edelim” diyorum, “Acelem var, belli sen de birilerini arıyorsun!” diyor. Yine de düşüyorum peşine. Durmuyor bir yerlerde, yatmıyor Hanlarda, içmiyor Pınarlardan, bakmıyor başka Güzellere, soruyor önüne gelene; “Aslı’yı gördün mü?” diye… Öğreniyorum Ondan da yolları... Aşmam gerekirse diye…RastlıyorumPir Sultan Abdal’a gün akşam olurken, Duymustum ününü yolda gelirken, Derdi, Meramı neydi iyi bilirken,Geç kalıyorum o bir dost ararken;Ne ararsın buralarda ey yolcu kişi,Sanarsın kimsenin seninle hiç olmaz işi,Kaybetmiş, bulamaz olmussun bir şeyi,Gün gelir düzelir Dünyanın pergeri, işi.Iki elin kalkmaz olmuş dizinden,Ağlayıp durursun kan yaş gözünden,Üzülme değildir çektiğin çileler,Ne Amel’inden ne de Özünden.Ya Sema'ya çıkmış, göğe dalmışsın,Ya Ummana dalmış, balık olmuşsun,Tükenmiş Azığın, bitap düşmüşsun, Düzlükte yol bulamaz, naçar kalmışsın..Kendi efkarınla yazıp durursun,Şu Alem'de her yeri gezip durursun,Geldim bak işte “Gün Akşam” olmadan,Sen hep bir Dost diye sorup durursun. Necati AvanBuruk bir tebessüm beliriyor yüzünde, kızmıyor bana, “Yenilerden herhalde” diye mırıldanıyor… Oturup, azığımdan yiyoruz gün batarken. Soruyorum; “Niye bunca çile bir Dost ararken?” “Anlarsın, sende yalnız kalırsan” diyor ve; “Sahi Oğul, Sen ne ararsın buralarda? “ diye soruyor. “Dostları!” diyorum… Işıldıyor Akşam ateşinde gözleri… Coşuyor.. O söylüyor, Ben dinliyorum Akşamları onu Türkülerden…..../..

  16. Necati AVAN

    Ağzına, diline, yüreğin ve o harika, billur Sesine sağlık insanın içini Güneşler gibi aydınlatıp ısıtan Burcu gızım!.. Türkü Aşığı ben çoktandır böylesine güzel içten bir yorum dinlememiştim... Sen bundan sonra hep Türkü söyle güzeller güzeli gızım, sen hep Türküler söyle... Berhudar olasın.Emeği geçen tüm değerli Türkü Üstadlarına ve Dostlarına senin nezdinde can-u gönülden selamlar, onlar da harikaydılar.

  17. Necati AVAN

    Günler gelip geçiyor, yine sığınıyorum Türkülere o iflah olmaz yalnızlıklarımda. Bilmiyorum yine neden böylesine duygulandığımı, dinlerken bazı Türküleri neden gözlerimin dolduğunu, yok bir sebebi halbuki!. Henüz tanımadığım, karşılaşmadığım Sevgilimi düşünüyorum belki de… Belki hiç var olmadı, belki de hiç var olmayacak diye… Belki de maziden hayâl meyal hatırladığım bir Sevgilinin tutuyorum yasını, belki de beni çok seven birinin öldükten sonra bile takılıyorum engeline… Bakıyorum gördüğüm gözlere çok kısa bir an, Çıkar mı acaba karşıma O her an….Baktığım her göz karanlık bir boşluk, Olsaydı Onunkiler, yanardı güzel bir ışık, Dolardı gönlüme hemen aydınlık,Olurdu gönlümde seyr-i Bayramlık.Kaymıyor Gönlüm hiçbir Güzele, Döküldü yaprağım döndü Gazele, Kurudu bedenim kırıldı kollarımm, Minnetim yok ne Yaşama nede Ecele… Necati AvanAnlıyorlar beni, yine alıyorlar aralarına, onlar anlatıyorlar ben sahipleniyorum dertlerini. Herbiri yine buruk, mahsun, hüzünlü, gamlı, kaygılı… Biri içli,hisli, duygulu… Biri acılı, kaybetmiş yada ayrılmış Sevdiğinden… Biri kaygılı İrakiplerinden… Biri yol gözlüyor ümitle veya ümitsiz… Biri bir haber bekliyor… Biri bilmiyor Sevdiği nerde ne halde… Biri istemiyor Dünya malını Dostundan başka… Biri coşuyor geliyor Aşka… Biri ağlıyor gidenlerin ardından… Biri sökmüyor taşları bağrından… Biri sitemde gelmedin diye… Biri soruyor Sensiz yaşamak niye…Biri yaralanmış Yârin bir tek sözünden… Biri ağlıyor kan yaş gözünden… Birileri, neşeli, şen şakrak, mutlu, zaten yoklar aramızda… Biri bahsediyor babasının sekiz köşe kasketinden, ben hatırlıyorum dedemi, birkaç damla yaş gözlerimden…Bazıları Seviyor; Derdini anlatamamış, daha baştan ümitsiz, gönlüne söz geçirmeye çalışıyor. Bazıları hüzünlü, üzülüyor, küsüyor, sitem ediyor, hasret çekiyor, kıskanıyor, bencillik ediyor, şikayet ediyor, ah ediyor, feryat figan ediyor, bazıları da nadiren de olsa neşeli, sevinçli, sevdiğine kavuşmuş, mutlu..Bazıları Sevdalanmış; Azimli, tutkulu, arzulu, hırslı, acı çekiyorlar, seyyah olup geziyorlar, Sevdalarını arıyorlar her yerde, bazan da kararıyor Sevdaları, görmüyor gözleri, olsalar bile hep yanlarında…Bazıları Aşık olmuş; Asil, erdemli, mütevazi, anlayışlı, hoşgörülü, daha yumuşak kalpli, Onların Sevgilileri de (Yârleri) olağanüstü güzeller ve mükemmeller, hiç bir kusurları yok, içleri de iyilik, güzellik dolu. Onlar da Sevgililerine saygılılar, övüyorlar, onurlandırıyorlar, yüceltiyorlar. Kendileri de onurlanıp yüceliyor, saygı görüyorlar, çünkü Sevgilinin bütün güzellikleri onlara da yansıyor, bu yansımalarla dolup taşarak, kendileri de güzel meziyetlerle çevrelerine yansıtıyorlar.Dinlemekle kalmıyor, katılıyorum da onlara çoğu zaman, eşlik ediyor, paylaşıyorum duygularını daha derinden;Bazılarından öğreniyorum; Sevginin o kadar da masum ve sevimli olmadığını, müşkülpesent, karşılık görmediğinde biçare ve zayıf kaldığını, veya direnerek, kine, nefrete dönüştüğünü…Bazılarından öğreniyorum Sevdayı; Onunda temelinde yatıyor Sevginin tüm özellikleri, daha olgun, daha katı, illaki kendi haklı çünkü hem seviyor hem sevdalı, mutlaka karşılık bulmalı…Bazılarından öğreniyorum Aşkı; Hayran kalıp eğiliyorum saygıyla önlerinde. Aşk yalnızca “Kalp ile, Göz ile” sevmiyor, seviyor bütün Ruhu ve benliğiyle. Darılmıyor, gücenmiyor, hep hoş görüyor, Sevdiğinde hata, kusur aramıyor, olsa dahi hatadan, kusurdan saymıyor. Aşk acı çekmiyor, çektirmiyor da sanıldığı gibi… Acı çekse de bedeni, hiç duymuyor Ruhu, hep ben demiyor düşünüyorda O’nu…Necati AVANO Ben ve Hayali Nisan 2007

  18. Necati AVAN

    Türküler feryat, figan, sitem, ah da etseler, hasret, elem, keder, acı da çekseler, hüzün, neşe, sevinç de taşısalar, özlerinde sade, saf ve temiz, yalansız, dürüstler, kalpleri yumuşatıyorlar. Her Sevenin, Sevdalının, Aşığın yolu bir gün mutlaka onlara uğruyor. Bir Sevgilim yok, bir Sevdam yok, bir Aşkım yok ama yine de onlara her zaman misafir oluyorum. Bilmiyorum onları dinlerken duygularımın yoğunlaşmasının nedenini. Bilmiyorum neden hep içli ve duygulu Türküleri dinlememin sebebini. Bilmiyorum, bir “Sevda Türküsü” dinlerken gözlerimin dolmasının sebebini, neden hüzünlendiğimi. Yok bir özlediğim beni seven ayrı kaldığım. Yok bir hasretim yol gözlediğim…Uzak duruyorum muhtemel Sevgilerden, Sevdalardan, Aşklardan… Yok bir sebebim, çok mu duygusalım, çok mu yaşadım, çok mu anlarım Sevdadan, Aşktan… Öyleyse bana ne onların ne çektiklerinden, neden alıp ortak ederler dertlerine beni bilmem… Vardır belki bir sebebi bilmediğim, yine de şikayetçi değilim onlardan, memnunum her zaman dinlemekten…Sevgiyi iyi bildiğimden, Sevdayı az anladığımdan, Aşkı hiç bilmediğimden, hiç tatmadığımdan Aşkı soruyorum onlara. “Dinle” diyorlar ve severek açıyorlar içlerini bana, anlatıyorlar hikayelerini. Hepsinin hikayesi farklı ama ortak noktaları “Sevgili”leri (Yâr’leri).Önce onlara yeniden hayat verip, kendilerinden de birşeyler katarak dile getiren Üstadlara saygı ile dinliyorum, dertlerine ortak oluyorum, onlarla seviniyor, onlarla gülüp ağlıyorum, onlarla hüzünlenip üzülüyorum, onlarla feryat figan ediyorum. Bazan da onların “Duygu Seli”ne kapılıp onların Dünyasında diyar diyar dolaşıyor ve; Karacaoğlan’a rastlıyorum her yerde. Genç, bıyıkları yeni terleyen, yağız, yakışıklı, candan, sevimli ve oldukça çapkın bir delikanlı. Gördüğü her Güzele muhtemelen kendi eliyle yaptığı üç telli zarif saz’ıyla başlıyor methiyeler dizmeye, övgüler yağdırmaya… Seviyor, sevdalanıyor… Sonra başka Güzellere rastlıyor, onları da seviyor, onlara da sevdalanıyor… Çapkınlığına yoruyorum! “Hayır, Aşkı arıyorum!, “ diyor.. Dolaşıyorum onunla nere rastgelirse, öğrenmeye çalışıyorum biraz Sevgiyi, biraz da Sevdayı, eh biraz da çapkınlığı… Bazan “Küçüksün Güzel” diyorum, bazan da görmek istiyorum “Ayvayı, Narı”…“Uzun İnce bir yolda” rastlıyorum Aşık Veysel’e. Yol üzerindeki Çiğdem, Lale, Nergiz, Sümbül ve Mor Menekşe’leri gördükçe durup onları incitmeden seviyoruz birlikte. Övgüleri o yapıyor. Lale nadiren, fakat Çiğdem, Nergiz, Sümbül ve, ya bir çalı, yada bir taş dibinde saklanan minik Mor Menevşe’lerin bizim êllerde o güzel renkleri, zerafetleri, kokuları, utangaç, boyunları bükük mahçup güzellikleriyle her yerde öbek öbek saf tutarak baharı saygıyla selamlamalarını, helede Sümbülün o ince zarifliğini, daha uzaklardan gelen o muhteşem kokusuyla baharı müjdeleyişini hatırlayınca, özür diliyorum onlardan, demet demet koparıp topladığım için… Ve diğerlerinden…Gelincik, Pampal, Yogurt çiçekleri ve tüm Kır çiçeklerinden… Yola devam ediyoruz. “Yaşamla Ölüm” arasındaki o ince çizgiden öğütler veriyor bana, Yaşamayı sevmek kadar ölümün doğallığını, ölümden korkmamayı da öğreniyorum ondan. Dökmüyor dertlerini derin dereye, korkmuyor yaralarının Yüz olmasından, Gün gelip teninin toprağa karışıp toz olup gitmesinden, korkuyor tek bir şeyden, Yârinin yoz olup gitmesinden, çünkü kaygılı irakiplerinden… Sevgilerini, Sevdalarını, Aşklarını, Sevaplarını, Günahlarını alarak yürüyor dimdik, Tutmuyorum kollarından, biliyorum çünkü çok iyi görüyor “Menzili” benden… Öpüyorum ellerini bu bilge İhtiyarın, uğurluyorum saygıyla onu o “Uzuun İnce Yol”una. O yürüdükçe, “Ulu bir Çınar” gibi büyüyor gözlerimde… Dağlarda Ferhat’a kolay gelsin diyorum. Yardım istemiyor, durmuyor, dinlenmiyor, yorulmuyor… Biliyorum ölünce bile ayıracak bir “Kara Çalı” onu sevdiğinden, soruyorum; “Bu azim, bu güç, bu sabır neden?” diye “Anlarsın kendi Şirin’ini bulduğunda” diyor.Durup seyrediyorum… Öğreniyorum biraz “Dağ delmeyi” biraz da “Taş oymayı” belki bir gün gerekirse diye.Çöllerde Mecnun’a su veriyorum. İçmiyor… O, yaklaştıkça uzaklaşan Leyla’sının Hayâli peşinde. Biliyorum Leyla’nın sanıldığı kadar da güzel olmadığını ve soruyorum; “Neden görmezsin başka bir Güzel, İllaki Leyla” diye?! “Anlarsın, bakabilirsen benim gözlerimle” diyor. İlerliyoruz çöl kumlarında bata çıka, düşe kalka, yaklaşıyoruz, tam tutacak Leyla’sının ellerini.. Kayboluyor!.. El sallıyor bir sonraki kum tepesinden. Yürüyoruz yine bata çıka, düşe kalka ulaşmak için... Tanıyorum Çölleri de biraz… Geçmem gerekirse diye! Yollar aşarken rastlıyorum Kerem’e. Soruyor Sazıyla kendi usulünce, “Aslı’yı gördüm mü?” diye… Biliyorum kaçırıyor babası Aslı’yı diyar diyar; “Bak daha güzelleri var! “ diyorum. “Var da, yok Aslı gibisi, Anlarsın, yanarsan sen de Aşk’ın Od’una!” diyor. “Yoldaşlık edelim” diyorum, “Acelem var, belli sen de birilerini arıyorsun!” diyor. Yine de düşüyorum peşine. Durmuyor bir yerlerde, yatmıyor Hanlarda, içmiyor Pınarlardan, bakmıyor başka Güzellere, soruyor önüne gelene; “Aslı’yı gördün mü?” diye… Öğreniyorum Ondan da yolları... Aşmam gerekirse diye…RastlıyorumPir Sultan Abdal’a gün akşam olurken, Duymustum ününü yolda gelirken, Derdi, Meramı neydi iyi bilirken,Geç kalıyorum o bir dost ararken;Ne ararsın buralarda ey yolcu kişi,Sanarsın kimsenin seninle hiç olmaz işi,Kaybetmiş, bulamaz olmussun bir şeyi,Gün gelir düzelir Dünyanın pergeri, işi.Iki elin kalkmaz olmuş dizinden,Ağlayıp durursun kan yaş gözünden,Üzülme değildir çektiğin çileler,Ne Amel’inden ne de Özünden.Ya Sema'ya çıkmış, göğe dalmışsın,Ya Ummana dalmış, balık olmuşsun,Tükenmiş Azığın, bitap düşmüşsun, Düzlükte yol bulamaz, naçar kalmışsın..Kendi efkarınla yazıp durursun,Şu Alem'de her yeri gezip durursun,Geldim bak işte “Gün Akşam” olmadan,Sen hep bir Dost diye sorup durursun. Necati AvanBuruk bir tebessüm beliriyor yüzünde, kızmıyor bana, “Yenilerden herhalde” diye mırıldanıyor… Oturup, azığımdan yiyoruz gün batarken. Soruyorum; “Niye bunca çile bir Dost ararken?” “Anlarsın, sende yalnız kalırsan” diyor ve; “Sahi Oğul, Sen ne ararsın buralarda? “ diye soruyor. “Dostları!” diyorum… Işıldıyor Akşam ateşinde gözleri… Coşuyor.. O söylüyor, Ben dinliyorum Akşamları onu Türkülerde…..../..

  19. Necati AVAN

    Türküler feryat, figan, sitem, ah da etseler, hasret, elem, keder, acı da çekseler, hüzün, neşe, sevinç de taşısalar, özlerinde sade, saf ve temiz, yalansız, dürüstler, kalpleri yumuşatıyorlar. Her Sevenin, Sevdalının, Aşığın yolu bir gün mutlaka onlara uğruyor. Bir Sevgilim yok, bir Sevdam yok, bir Aşkım yok ama yine de onlara her zaman misafir oluyorum. Bilmiyorum onları dinlerken duygularımın yoğunlaşmasının nedenini. Bilmiyorum neden hep içli ve duygulu Türküleri dinlememin sebebini. Bilmiyorum, bir “Sevda Türküsü” dinlerken gözlerimin dolmasının sebebini, neden hüzünlendiğimi. Yok bir özlediğim beni seven ayrı kaldığım. Yok bir hasretim yol gözlediğim…Uzak duruyorum muhtemel Sevgilerden, Sevdalardan, Aşklardan… Yok bir sebebim, çok mu duygusalım, çok mu yaşadım, çok mu anlarım Sevdadan, Aşktan… Öyleyse bana ne onların ne çektiklerinden, neden alıp ortak ederler dertlerine beni bilmem… Vardır belki bir sebebi bilmediğim, yine de şikayetçi değilim onlardan, memnunum her zaman dinlemekten…Sevgiyi iyi bildiğimden, Sevdayı az anladığımdan, Aşkı hiç bilmediğimden, hiç tatmadığımdan Aşkı soruyorum onlara. “Dinle” diyorlar ve severek açıyorlar içlerini bana, anlatıyorlar hikayelerini. Hepsinin hikayesi farklı ama ortak noktaları “Sevgili”leri (Yâr’leri).Önce onlara yeniden hayat verip, kendilerinden de birşeyler katarak dile getiren Üstadlara saygı ile dinliyorum, dertlerine ortak oluyorum, onlarla seviniyor, onlarla gülüp ağlıyorum, onlarla hüzünlenip üzülüyorum, onlarla feryat figan ediyorum. Bazan da onların “Duygu Seli”ne kapılıp onların Dünyasında diyar diyar dolaşıyor ve; Karacaoğlan’a rastlıyorum her yerde. Genç, bıyıkları yeni terleyen, yağız, yakışıklı, candan, sevimli ve oldukça çapkın bir delikanlı. Gördüğü her Güzele muhtemelen kendi eliyle yaptığı üç telli zarif saz’ıyla başlıyor methiyeler dizmeye, övgüler yağdırmaya… Seviyor, sevdalanıyor… Sonra başka Güzellere rastlıyor, onları da seviyor, onlara da sevdalanıyor… Çapkınlığına yoruyorum! “Hayır, Aşkı arıyorum!, “ diyor.. Dolaşıyorum onunla nere rastgelirse, öğrenmeye çalışıyorum biraz Sevgiyi, biraz da Sevdayı, eh biraz da çapkınlığı… Bazan “Küçüksün Güzel” diyorum, bazan da görmek istiyorum “Ayvayı, Narı”…“Uzun İnce bir yolda” rastlıyorum Aşık Veysel’e. Yol üzerindeki Çiğdem, Lale, Nergiz, Sümbül ve Mor Menekşe’leri gördükçe durup onları incitmeden seviyoruz birlikte. Övgüleri o yapıyor. Lale nadiren, fakat Çiğdem, Nergiz, Sümbül ve, ya bir çalı, yada bir taş dibinde saklanan minik Mor Menevşe’lerin bizim êllerde o güzel renkleri, zerafetleri, kokuları, utangaç, boyunları bükük mahçup güzellikleriyle her yerde öbek öbek saf tutarak baharı saygıyla selamlamalarını, helede Sümbülün o ince zarifliğini, daha uzaklardan gelen o muhteşem kokusuyla baharı müjdeleyişini hatırlayınca, özür diliyorum onlardan, demet demet koparıp topladığım için… Ve diğerlerinden…Gelincik, Pampal, Yogurt çiçekleri ve tüm Kır çiçeklerinden… Yola devam ediyoruz. “Yaşamla Ölüm” arasındaki o ince çizgiden öğütler veriyor bana, Yaşamayı sevmek kadar ölümün doğallığını, ölümden korkmamayı da öğreniyorum ondan. Dökmüyor dertlerini derin dereye, korkmuyor yaralarının Yüz olmasından, Gün gelip teninin toprağa karışıp toz olup gitmesinden, korkuyor tek bir şeyden, Yârinin yoz olup gitmesinden, çünkü kaygılı irakiplerinden… Sevgilerini, Sevdalarını, Aşklarını, Sevaplarını, Günahlarını alarak yürüyor dimdik, Tutmuyorum kollarından, biliyorum çünkü çok iyi görüyor “Menzili” benden… Öpüyorum ellerini bu bilge İhtiyarın, uğurluyorum saygıyla onu o “Uzuun İnce Yol”una. O yürüdükçe, “Ulu bir Çınar” gibi büyüyor gözlerimde… Dağlarda Ferhat’a kolay gelsin diyorum. Yardım istemiyor, durmuyor, dinlenmiyor, yorulmuyor… Biliyorum ölünce bile ayıracak bir “Kara Çalı” onu sevdiğinden, soruyorum; “Bu azim, bu güç, bu sabır neden?” diye “Anlarsın kendi Şirin’ini bulduğunda” diyor.Durup seyrediyorum… Öğreniyorum biraz “Dağ delmeyi” biraz da “Taş oymayı” belki bir gün gerekirse diye.Çöllerde Mecnun’a su veriyorum. İçmiyor… O, yaklaştıkça uzaklaşan Leyla’sının Hayâli peşinde. Biliyorum Leyla’nın sanıldığı kadar da güzel olmadığını ve soruyorum; “Neden görmezsin başka bir Güzel, İllaki Leyla” diye?! “Anlarsın, bakabilirsen benim gözlerimle” diyor. İlerliyoruz çöl kumlarında bata çıka, düşe kalka, yaklaşıyoruz, tam tutacak Leyla’sının ellerini.. Kayboluyor!.. El sallıyor bir sonraki kum tepesinden. Yürüyoruz yine bata çıka, düşe kalka ulaşmak için... Tanıyorum Çölleri de biraz… Geçmem gerekirse diye! Yollar aşarken rastlıyorum Kerem’e. Soruyor Sazıyla kendi usulünce, “Aslı’yı gördüm mü?” diye… Biliyorum kaçırıyor babası Aslı’yı diyar diyar; “Bak daha güzelleri var! “ diyorum. “Var da, yok Aslı gibisi, Anlarsın, yanarsan sen de Aşk’ın Od’una!” diyor. “Yoldaşlık edelim” diyorum, “Acelem var, belli sen de birilerini arıyorsun!” diyor. Yine de düşüyorum peşine. Durmuyor bir yerlerde, yatmıyor Hanlarda, içmiyor Pınarlardan, bakmıyor başka Güzellere, soruyor önüne gelene; “Aslı’yı gördün mü?” diye… Öğreniyorum Ondan da yolları... Aşmam gerekirse diye…RastlıyorumPir Sultan Abdal’a gün akşam olurken, Duymustum ününü yolda gelirken, Derdi, Meramı neydi iyi bilirken,Geç kalıyorum o bir dost ararken;Ne ararsın buralarda ey yolcu kişi,Sanarsın kimsenin seninle hiç olmaz işi,Kaybetmiş, bulamaz olmussun bir şeyi,Gün gelir düzelir Dünyanın pergeri, işi.Iki elin kalkmaz olmuş dizinden,Ağlayıp durursun kan yaş gözünden,Üzülme değildir çektiğin çileler,Ne Amel’inden ne de Özünden.Ya Sema'ya çıkmış, göğe dalmışsın,Ya Ummana dalmış, balık olmuşsun,Tükenmiş Azığın, bitap düşmüşsun, Düzlükte yol bulamaz, naçar kalmışsın..Kendi efkarınla yazıp durursun,Şu Alem'de her yeri gezip durursun,Geldim bak işte “Gün Akşam” olmadan,Sen hep bir Dost diye sorup durursun. Necati AvanBuruk bir tebessüm beliriyor yüzünde, kızmıyor bana, “Yenilerden herhalde” diye mırıldanıyor… Oturup, azığımdan yiyoruz gün batarken. Soruyorum; “Niye bunca çile bir Dost ararken?” “Anlarsın, sende yalnız kalırsan” diyor ve; “Sahi Oğul, Sen ne ararsın buralarda? “ diye soruyor. “Dostları!” diyorum… Işıldıyor Akşam ateşinde gözleri… Coşuyor.. O söylüyor, Ben dinliyorum Akşamları onu Türkülerde….

  20. Necati AVAN

    Türküler feryat, figan, sitem, ah da etseler, hasret, elem, keder, acı da çekseler, hüzün, neşe, sevinç de taşısalar, özlerinde sade, saf ve temiz, yalansız, dürüstler, kalpleri yumuşatıyorlar. Her Sevenin, Sevdalının, Aşığın yolu bir gün mutlaka onlara uğruyor. Bir Sevgilim yok, bir Sevdam yok, bir Aşkım yok ama yine de onlara her zaman misafir oluyorum. Bilmiyorum onları dinlerken duygularımın yoğunlaşmasının nedenini. Bilmiyorum neden hep içli ve duygulu Türküleri dinlediğimi. Bilmiyorum, bir “Sevda Türküsü” dinlerken gözlerimin dolmasının sebebini, neden hüzünlendiğimi. Yok bir özlediğim beni seven ayrı kaldığım, yok bir hasretim yol gözlediğim… Uzak duruyorum muhtemel Sevgilerden, Sevdalardan, Aşklardan… Yok bir sebebim, çok mu duygusalım, çok mu yaşadım, çok mu anlarım Sevgiden, Sevdadan, Aşktan… Öyleyse bana ne onların ne çektiklerinden, neden alıp ortak ederler dertlerine beni bilmem… Vardır belki de bir sebebi bilmediğim, yine de şikayetçi değilim onlardan, memnunum her zaman dinlemekten…Sevgiyi iyi bildiğimden, Sevdayı az anladığımdan, Aşkı hiç bilmediğimden, hiç tatmadığımdan Aşkı soruyorum onlara. “Dinle” diyorlar ve severek açıyorlar içlerini bana, anlatıyorlar hikayelerini. Hepsinin hikayesi farklı ama ortak noktaları “Sevgili”leri (Yâr’leri).Önce onlara yeniden hayat verip, kendilerinden de birşeyler katarak dile getiren Üstadlara saygı ile dinliyorum, dertlerine ortak oluyorum, onlarla seviniyor, onlarla gülüp ağlıyorum, onlarla hüzünlenip üzülüyorum, onlarla feryat figan ediyorum. Bazan da onların “Duygu Seli”ne kapılıp onların Dünyasında diyar diyar dolaşıyor ve; Karacaoğlan’a rastlıyorum her yerde. Genç, bıyıkları yeni terleyen, yağız, yakışıklı, candan, sevimli ve oldukça çapkın bir delikanlı. Gördüğü her Güzele muhtemelen kendi eliyle yaptığı üç telli zarif saz’ıyla başlıyor methiyeler dizmeye, övgüler yağdırmaya… Seviyor, sevdalanıyor… Sonra başka Güzellere rastlıyor, onları da seviyor, onlara da sevdalanıyor… Çapkınlığına yoruyorum! “Hayır, Aşkı arıyorum!, “ diyor.. Dolaşıyorum onunla nere rastgelirse, öğrenmeye çalışıyorum biraz Sevgiyi, biraz da Sevdayı, eh biraz da çapkınlığı… Bazan “Küçüksün Güzel” diyorum, bazan da görmek istiyorum “Ayvayı, Narı”…“Uzun İnce bir yolda” rastlıyorum Aşık Veysel’e. Yol üzerindeki Çiğdem, Lale, Nergiz, Sümbül ve Mor Menekşe’leri gördükçe durup onları incitmeden seviyoruz birlikte. Övgüleri o yapıyor. Lale nadiren, fakat Çiğdem, Nergiz, Sümbül ve, ya bir çalı, yada bir taş dibinde saklanan minik Mor Menevşe’lerin bizim êllerde o güzel renkleri, zerafetleri, kokuları, utangaç, boyunları bükük mahçup güzellikleriyle her yerde öbek öbek saf tutarak baharı saygıyla selamlamalarını, helede Sümbülün o ince zarifliğini, daha uzaklardan gelen o muhteşem kokusuyla baharı müjdeleyişini hatırlayınca, özür diliyorum onlardan, demet demet koparıp topladığım için… Ve diğerlerinden…Gelincik, Pampal, Yogurt çiçekleri ve tüm Kır çiçeklerinden… Yola devam ediyoruz. “Yaşamla Ölüm” arasındaki o ince çizgiden öğütler veriyor bana, Yaşamayı sevmek kadar ölümün doğallığını, ölümden korkmamayı da öğreniyorum ondan. Dökmüyor dertlerini derin dereye, korkmuyor yaralarının Yüz olmasından, Gün gelip teninin toprağa karışıp toz olup gitmesinden, korkuyor tek bir şeyden, Yârinin yoz olup gitmesinden, çünkü kaygılı irakiplerinden… Sevgilerini, Sevdalarını, Aşklarını, Sevaplarını, Günahlarını alarak yürüyor dimdik, Tutmuyorum kollarından, biliyorum çünkü çok iyi görüyor “Menzili” benden… Öpüyorum ellerini bu bilge İhtiyarın, uğurluyorum saygıyla onu o “Uzuun İnce Yol”una. O yürüdükçe, “Ulu bir Çınar” gibi büyüyor gözlerimde… Dağlarda Ferhat’a kolay gelsin diyorum. Yardım istemiyor, durmuyor, dinlenmiyor, yorulmuyor… Biliyorum ölünce bile ayıracak bir “Kara Çalı” onu sevdiğinden, soruyorum; “Bu azim, bu güç, bu sabır neden?” diye “Anlarsın kendi Şirin’ini bulduğunda” diyor.Durup seyrediyorum… Öğreniyorum biraz “Dağ delmeyi” biraz da “Taş oymayı” belki bir gün gerekirse diye.Çöllerde Mecnun’a su veriyorum. İçmiyor… O, yaklaştıkça uzaklaşan Leyla’sının Hayâli peşinde. Biliyorum Leyla’nın sanıldığı kadar da güzel olmadığını ve soruyorum; “Neden görmezsin başka bir Güzel, İllaki Leyla” diye?! “Anlarsın, bakabilirsen benim gözlerimle” diyor. İlerliyoruz çöl kumlarında bata çıka, düşe kalka, yaklaşıyoruz, tam tutacak Leyla’sının ellerini.. Kayboluyor!.. El sallıyor bir sonraki kum tepesinden. Yürüyoruz yine bata çıka, düşe kalka ulaşmak için... Tanıyorum Çölleri de biraz… Geçmem gerekirse diye! Yollar aşarken rastlıyorum Kerem’e. Soruyor Sazıyla kendi usulünce, “Aslı’yı gördüm mü?” diye… Biliyorum kaçırıyor babası Aslı’yı diyar diyar; “Bak daha güzelleri var! “ diyorum. “Var da, yok Aslı gibisi, Anlarsın, yanarsan sen de Aşk’ın Od’una!” diyor. “Yoldaşlık edelim” diyorum, “Acelem var, belli sen de birilerini arıyorsun!” diyor. Yine de düşüyorum peşine. Durmuyor bir yerlerde, yatmıyor Hanlarda, içmiyor Pınarlardan, bakmıyor başka Güzellere, soruyor önüne gelene; “Aslı’yı gördün mü?” diye… Öğreniyorum Ondan da yolları... Aşmam gerekirse diye…RastlıyorumPir Sultan Abdal’a gün akşam olurken, Duymustum ününü yolda gelirken, Derdi, Meramı neydi iyi bilirken,Geç kalıyorum o bir dost ararken;Ne ararsın buralarda ey yolcu kişi,Sanarsın kimsenin seninle hiç olmaz işi,Kaybetmiş, bulamaz olmussun bir şeyi,Gün gelir düzelir Dünyanın pergeri, işi.Iki elin kalkmaz olmuş dizinden,Ağlayıp durursun kan yaş gözünden,Üzülme değildir çektiğin çileler,Ne Amel’inden ne de Özünden.Ya Sema'ya çıkmış, göğe dalmışsın,Ya Ummana dalmış, balık olmuşsun,Tükenmiş Azığın, bitap düşmüşsun, Düzlükte yol bulamaz, naçar kalmışsın..Kendi efkarınla yazıp durursun,Şu Alem'de her yeri gezip durursun,Geldim bak işte “Gün Akşam” olmadan,Sen hep bir Dost diye sorup durursun. Necati AvanBuruk bir tebessüm beliriyor yüzünde, kızmıyor bana, “Yenilerden herhalde” diye mırıldanıyor… Oturup, azığımdan yiyoruz gün batarken. Soruyorum; “Niye bunca çile bir Dost ararken?” “Anlarsın, sende yalnız kalırsan” diyor ve; “Sahi Oğul, Sen ne ararsın buralarda? “ diye soruyor. “Dostları!” diyorum… Işıldıyor Akşam ateşinde gözleri… Coşuyor.. O söylüyor, Ben dinliyorum Akşamları onu Türkülerden…..../..

  21. Necati AVAN

    Sevgili'ye Uzun bir Mektup O, BEN VE HAYÂL'İ … Birde Hatice!İşim gereği hep yollardayım, ordan oraya, bir noktadan diğerine geç kalmamak için zamanla yarışıyorum. Aman Yarışçı’lar (Rallyciler) görmesinler, kıskanırlar diye düşünüyorum bazan. Yollarda kendimle başbaşayım ama yalnız değilim. Yüzyıllar öncesinden Anadolu’nun bağrından bir bebek masumiyetinde doğan, büyüyen, büyüdükçe genç bir kız gibi serpilen, güzelleşen, güzellikleri dilden dile dolaşan, yıllar geçtikçe yaşlanmak yerine gençleşen, duygulu gönüllerin atelyelerinde nakış nakış işlenip, gelin gibi süslenen, güzelliklerine daha başka başka güzellikler de katılan, Sevgi’yi, Sevda’yı, Aşk’ı Yâr’e (Sevgili’ye) bazan sitemle, bazan hüzünle, bazan yakarışla, bazan küserek, bazanda coşkuyla, neş’e ve sevinçle, en güzel şekilde anlatmaya çalışan Türküler benimle!.Henüz çocukken “İlk Aşkım” oldu Türküler, Pir Sultan Abdal’ın “Deyiş”lerinin Türkülerde hayat bulması, Karacaoğlan’nın daha o dönemlerde güzelliklere olan tutkularını açık yüreklilikle, cesurca, biraz da çapkınvari Türkülerde dile getirmesi, Aşık Veysel’in görmeyen gözleri ile görenlerden daha iyi görerek Sevgiyi, Sevdayı, Aşkı ve diğer Güzellikleri perdesiz Saz’ından çıkardığı bambaşka ve olağanüstü nağmelerle süsleyerek, Lale, Çiğdem, Nergiz ve Sümbülü bile renkleri, tüm özellikleri ve güzellikleri ile daha iyi tarif ederek Tükülerde dile getirmesi beni çok etkilemişti.Türküleri sevip dinler, sevdalanıp söyler, aşık olup anlar olmuştum…Yüzyıllardır bıkmadan usanmadan diyar diyar, dilden dile dolaşıyorlar, gönüllerde taht kurup, diğer gönüllere köprü olmaya çalışıyor, her gönülde Sevgileri, Sevdaları, Aşkları acısıyla, tatlısıyla, tekrar tekrar yaşıyorlar. Gönüllerde dolup taşan ve günlerce, aylarca anlatmakla bitmeyecek Sevgi, Sevda ve Aşka dönüşmüş duyguları birkaç beyit ile özetleyerek Sevgiliye anlatmak için yarışıyorlar. Doğdukları günden itibaren nice Sevgilere, Sevdalara, Aşklara tanıklık ediyorlar, elçilik yapıyorlar.Misafir oldukları gönüller de onları baş tacı ediyorlar, saygı duyuyorlar, en iyi şekilde ağırlamak için onlar da birbirleriyle yarışıyorlar. Özlerine dokunmadan kendilerinden de birşeyler katarak, kendi sazları, sözleri ve duyguları ile tekrar yoğurarak, kendi tarzları, üslupları ile tekrar yorumluyorlar ve Sevgiliye seslerini duyurmaya, duygularını anlatmaya çalışıyorlar...Sonra, Türkülerin bazan içli, bazan duygulu, samimi ve gönülden yorumlarını, tek bir sazın paylaşmasını kıskanıyor diğer sazlar, önce çoğaltıyorlar tellerini, sonra seslerini, başlıyorlar eşlik etmeye. Durmuyor “Sazlıkda Kamışlar” duyunca güzelim Türküleri, koşuyorlar Kaval olup, Flüt olup, Ney olup eşlik etmeye... Ceviz ağacı bile göderiyor birkaç Zurna yapıp. Sonra Davullar geliyor gümbür gümbür katmak için coşkularını… Türküleri dinleyen her Enstrüman can atıyor katılmaya ve birşeyler katmaya… Sonra Yaban Êllerden de duyuluyor Türkülerin ünleri, onlar da çok seviyorlar ve Senfoniler, Orkestralar gönderiyorlar eşlik etsinler diye. Sonra Türkü dostu Üstadlar da katıyorlar kendi Sevgilerini, Sevdalarını ve Aşklarını… Şımarmıyor Türküler, şimdi daha nazlı, daha şirin, daha içten, daha samimi, daha duygulu, sevdikçe şımarmak yerine daha çok olgunlaşıyor ve güzelleşiyorlar. Bir de mezheplere, dinlere, ideoloji veya siyasete alet edilmeseler!... .../..

    Necati AVAN

    Türküler feryat, figan, sitem, ah da etseler, hasret, elem, keder, acı da çekseler, hüzün, neşe, sevinç de taşısalar, özlerinde sade, saf ve temiz, yalansız, dürüstler, kalpleri yumuşatıyorlar. Her Sevenin, Sevdalının, Aşığın yolu bir gün mutlaka onlara uğruyor. Bir Sevgilim yok, bir Sevdam yok, bir Aşkım yok ama yine de onlara her zaman misafir oluyorum. Bilmiyorum onları dinlerken duygularımın yoğunlaşmasının nedenini. Bilmiyorum neden hep içli ve duygulu Türküleri dinlememin sebebini. Bilmiyorum, bir “Sevda Türküsü” dinlerken gözlerimin dolmasının sebebini, neden hüzünlendiğimi. Yok bir özlediğim beni seven ayrı kaldığım. Yok bir hasretim yol gözlediğim…Uzak duruyorum muhtemel Sevgilerden, Sevdalardan, Aşklardan… Yok bir sebebim, çok mu duygusalım, çok mu yaşadım, çok mu anlarım Sevdadan, Aşktan… Öyleyse bana ne onların ne çektiklerinden, neden alıp ortak ederler dertlerine beni bilmem… Vardır belki bir sebebi bilmediğim, yine de şikayetçi değilim onlardan, memnunum her zaman dinlemekten…Sevgiyi iyi bildiğimden, Sevdayı az anladığımdan, Aşkı hiç bilmediğimden, hiç tatmadığımdan Aşkı soruyorum onlara. “Dinle” diyorlar ve severek açıyorlar içlerini bana, anlatıyorlar hikayelerini. Hepsinin hikayesi farklı ama ortak noktaları “Sevgili”leri (Yâr’leri).Önce onlara yeniden hayat verip, kendilerinden de birşeyler katarak dile getiren Üstadlara saygı ile dinliyorum, dertlerine ortak oluyorum, onlarla seviniyor, onlarla gülüp ağlıyorum, onlarla hüzünlenip üzülüyorum, onlarla feryat figan ediyorum. Bazan da onların “Duygu Seli”ne kapılıp onların Dünyasında diyar diyar dolaşıyor ve; Karacaoğlan’a rastlıyorum her yerde. Genç, bıyıkları yeni terleyen, yağız, yakışıklı, candan, sevimli ve oldukça çapkın bir delikanlı. Gördüğü her Güzele muhtemelen kendi eliyle yaptığı üç telli zarif saz’ıyla başlıyor methiyeler dizmeye, övgüler yağdırmaya… Seviyor, sevdalanıyor… Sonra başka Güzellere rastlıyor, onları da seviyor, onlara da sevdalanıyor… Çapkınlığına yoruyorum! “Hayır, Aşkı arıyorum!, “ diyor.. Dolaşıyorum onunla nere rastgelirse, öğrenmeye çalışıyorum biraz Sevgiyi, biraz da Sevdayı, eh biraz da çapkınlığı… Bazan “Küçüksün Güzel” diyorum, bazan da görmek istiyorum “Ayvayı, Narı”…“Uzun İnce bir yolda” rastlıyorum Aşık Veysel’e. Yol üzerindeki Çiğdem, Lale, Nergiz, Sümbül ve Mor Menekşe’leri gördükçe durup onları incitmeden seviyoruz birlikte. Övgüleri o yapıyor. Lale nadiren, fakat Çiğdem, Nergiz, Sümbül ve, ya bir çalı, yada bir taş dibinde saklanan minik Mor Menevşe’lerin bizim êllerde o güzel renkleri, zerafetleri, kokuları, utangaç, boyunları bükük mahçup güzellikleriyle her yerde öbek öbek saf tutarak baharı saygıyla selamlamalarını, helede Sümbülün o ince zarifliğini, daha uzaklardan gelen o muhteşem kokusuyla baharı müjdeleyişini hatırlayınca, özür diliyorum onlardan, demet demet koparıp topladığım için… Ve diğerlerinden…Gelincik, Pampal, Yogurt çiçekleri ve tüm Kır çiçeklerinden… Yola devam ediyoruz. “Yaşamla Ölüm” arasındaki o ince çizgiden öğütler veriyor bana, Yaşamayı sevmek kadar ölümün doğallığını, ölümden korkmamayı da öğreniyorum ondan. Dökmüyor dertlerini derin dereye, korkmuyor yaralarının Yüz olmasından, Gün gelip teninin toprağa karışıp toz olup gitmesinden, korkuyor tek bir şeyden, Yârinin yoz olup gitmesinden, çünkü kaygılı irakiplerinden… Sevgilerini, Sevdalarını, Aşklarını, Sevaplarını, Günahlarını alarak yürüyor dimdik, Tutmuyorum kollarından, biliyorum çünkü çok iyi görüyor “Menzili” benden… Öpüyorum ellerini bu bilge İhtiyarın, uğurluyorum saygıyla onu o “Uzuun İnce Yol”una. O yürüdükçe, “Ulu bir Çınar” gibi büyüyor gözlerimde… Dağlarda Ferhat’a kolay gelsin diyorum. Yardım istemiyor, durmuyor, dinlenmiyor, yorulmuyor… Biliyorum ölünce bile ayıracak bir “Kara Çalı” onu sevdiğinden, soruyorum; “Bu azim, bu güç, bu sabır neden?” diye “Anlarsın kendi Şirin’ini bulduğunda” diyor.Durup seyrediyorum… Öğreniyorum biraz “Dağ delmeyi” biraz da “Taş oymayı” belki bir gün gerekirse diye.Çöllerde Mecnun’a su veriyorum. İçmiyor… O, yaklaştıkça uzaklaşan Leyla’sının Hayâli peşinde. Biliyorum Leyla’nın sanıldığı kadar da güzel olmadığını ve soruyorum; “Neden görmezsin başka bir Güzel, İllaki Leyla” diye?! “Anlarsın, bakabilirsen benim gözlerimle” diyor. İlerliyoruz çöl kumlarında bata çıka, düşe kalka, yaklaşıyoruz, tam tutacak Leyla’sının ellerini.. Kayboluyor!.. El sallıyor bir sonraki kum tepesinden. Yürüyoruz yine bata çıka, düşe kalka ulaşmak için... Tanıyorum Çölleri de biraz… Geçmem gerekirse diye! Yollar aşarken rastlıyorum Kerem’e. Soruyor Sazıyla kendi usulünce, “Aslı’yı gördüm mü?” diye… Biliyorum kaçırıyor babası Aslı’yı diyar diyar; “Bak daha güzelleri var! “ diyorum. “Var da, yok Aslı gibisi, Anlarsın, yanarsan sen de Aşk’ın Od’una!” diyor. “Yoldaşlık edelim” diyorum, “Acelem var, belli sen de birilerini arıyorsun!” diyor. Yine de düşüyorum peşine. Durmuyor bir yerlerde, yatmıyor Hanlarda, içmiyor Pınarlardan, bakmıyor başka Güzellere, soruyor önüne gelene; “Aslı’yı gördün mü?” diye… Öğreniyorum Ondan da yolları... Aşmam gerekirse diye…RastlıyorumPir Sultan Abdal’a gün akşam olurken, Duymustum ününü yolda gelirken, Derdi, Meramı neydi iyi bilirken,Geç kalıyorum o bir dost ararken;Ne ararsın buralarda ey yolcu kişi,Sanarsın kimsenin seninle hiç olmaz işi,Kaybetmiş, bulamaz olmussun bir şeyi,Gün gelir düzelir Dünyanın pergeri, işi.Iki elin kalkmaz olmuş dizinden,Ağlayıp durursun kan yaş gözünden,Üzülme değildir çektiğin çileler,Ne Amel’inden ne de Özünden.Ya Sema'ya çıkmış, göğe dalmışsın,Ya Ummana dalmış, balık olmuşsun,Tükenmiş Azığın, bitap düşmüşsun, Düzlükte yol bulamaz, naçar kalmışsın..Kendi efkarınla yazıp durursun,Şu Alem'de her yeri gezip durursun,Geldim bak işte “Gün Akşam” olmadan,Sen hep bir Dost diye sorup durursun. Necati AvanBuruk bir tebessüm beliriyor yüzünde, kızmıyor bana, “Yenilerden herhalde” diye mırıldanıyor… Oturup, azığımdan yiyoruz gün batarken. Soruyorum; “Niye bunca çile bir Dost ararken?” “Anlarsın, sende yalnız kalırsan” diyor ve; “Sahi Oğul, Sen ne ararsın buralarda? “ diye soruyor. “Dostları!” diyorum… Işıldıyor Akşam ateşinde gözleri… Coşuyor.. O söylüyor, Ben dinliyorum Akşamları onu Türkülerden…..../..

  22. Hasret Gurz

    daim olsun ❤❤❤👏😍😍🌸🌸

  23. FERHAT KIRMIZIGÜL

    Bir hayran daha kazandın👏👏👏

  24. Sigma Elektrik

    https://www.youtube.com/channel/UCZWfJKe-1_krVlujrLkRNww

  25. Sefa Simsek

    Erzurumlu TÜRK HALK OZANI AŞIK SÜMMANIYE AİTTİR. ERZURUM TÜRKÜN ÖZ YURDUDUR. FARKLI MİLLETLER VAR LAKİN DIŞARDAN GELME YERLEŞMEDİR.🇹🇷🇹🇷🇹🇷

    Dedem Korkut

    Bizde bi zamanlar bi yerlerden geldik gardas, dünya herkesin ayni zamanda hic kimsenin. Sümmani baba nin türküsü cok anlamli, bizide Orta Asyadan Anadoluya yazmislar.

  26. Bayram Kutlu

    Ben senin bu sesine özlöröm ölörömm çok gözel sölyusun

  27. Esaybici 34

    Şairin mahlasının geçtiği yeri almamanız çok saçma

  28. Esaybici 34

    ervah-ı ezelde levh-i kalemdenbu benim bahtımı kara yazmışlarbilirim güldürmez devr-i alemdenbir günümü yüz bin zara yazmışlardünyayı sevenler veli değildircanı terk edenler deli değildirinsanoğlu gamdan hali değildirher birini bir efkara yazmışlarnedir bu sevdanın nihayetindeyadlar gezer yarın vilayetindeherkes diyarında muhabbetindebilmem bizi ne civara yazmışlarolaydım dünyada ikbali yaverel etsem sevdiğim acep kim ne derbilmem tecelli mi yoksa ki kaderbeni bir vefasız yara yazmışlaryazanlar leyla'yı mecnun kitabınsümmani'yi bir kenara yazmışlar

  29. hurco COS

    super olmus album

  30. Erdem Duman

    İnsan ses'ede aşık olur sesin kendisini de.

  31. Seda k.

    Çok sevdiğim bir şarkı olduğundan açmadan önce biraz tereddüt ettim ama Çok güzel yorumlanmış

  32. Müşerref Arslan

    Türkünün sonunda Sümmani " nin geçtiği dizelerin söylenmemiş olması ne büyük bir saygısızlık ozanın emeğine. " yazanlar leylanın mecnun kitabınSümmaniyi bir kenara yazmışlar" ben mi duyamadım diye tekrar dinledim ama yok. Çok yazık.

  33. Hacı ahmet Altuğ

    Burcu aşığıyım

  34. Hüseyin 005

    Harika yorumlamış.

  35. Mehmet Said AK

    Bu ritm kac kaclik bilen var mi

    Argeş Ekdi

    Mehmet Said AK 7/8

    Mehmet Said AK

    Hangisi dogru 🙃

    Özdilek Uzun

    @Mehmet Said AK arkadaşın ki dogrudur herhalde ben anlamam noktadan müzikiden, ben sadece dinleyiciyim, ha birde dinlerken iyi içerim, yaw benim 3-5 askerde gece nöbetiydi o zaman dinlerdik

    Mehmet Said AK

    Hahahaha adamsin birader

  36. Fatih Sümer

    Helal Burcu 👍

  37. Daimi Muhalif

    Bu kaliteli sesin Gözümüzün Nuru Türkülerimizle ahengi inanılmaz güzel. Sen hep Türkü söyle Burcu Ablam.

  38. blackwoman 0103

    Orkestra ve Burcu harika olmuş

  39. Eziz Bayramov

    Sesine sağlık, yüreğine sağlık. Benim gibi yüreği hasta olanlara o kadar iyi geliyor ki sesin. Ruhumu besliyor.

  40. Emre Saracoglu

    MUAZZAM!

  41. Baris Yerden

    👏👏👏 Tebrik ediyorum harika iş cikarmis

  42. kullanıcının biri

    Yadlar gezer yarin vilayetinde...

  43. Anıl K

    927 izlenmeden merhaba. Değerlenecek burası

  44. Selim Tunç

    Öyle güzel sesi varki sövse dinlerim ya bu ne

  45. Tanrı Misafiri

    ben çok beğendim bul albümü. çok güzel yorumlamışsın.sesine yorumuna sağlık .

  46. Bülent Dort

    Ezelden ebede seninle..❤️❤️💏🙏🏻🧚‍♀️

Ervahı Ezelden Şarkı Sözü

Burcu Güneş Ervahı Ezelden Mp3 İndir, Ervahı Ezelden Müzik İndir Dinle

ervah-ı ezelde levh-i kalemden, levh-i kalemden
bu benim bahtımı kara yazmışlar
bilirim güldürmez devr-i alemden
bir günümü yüz bin zara yazmışlar
bilirim güldürmez devr-i alemden
bir günümü yüz bin zara yazmışlar
dünyayı sevenler veli değildir canı terk edenler deli değildir
insanoğlu gamdan hali değildir her birini bir efkara yazmışlar
insanoğlu gamdan hali değildir her birini bir efkara yazmışlar
nedir bu sevdanın nihayetinde, nihayetinde
yadlar gezer yarın vilayetinde
herkes diyarında muhabbetinde
bilmem bizi ne civara yazmışlar
herkes diyarında muhabbetinde
bilmem bizi ne civara yazmışlar
olaydım dünyada ikbali yaver, ikbali yaver
el etsem sevdiğim acep kim ne der
bilmem tecelli mi yoksa ki kader
beni bir vefasız yara yazmışlar
bilmem tecelli mi yoksa ki kader
beni bir vefasız yara yazmışlar
Ervahı Ezelden Anahtar Kelimeler
Burcu Güneş Ervahı Ezelden Mp3 İndir Dinle , Burcu Güneş Ervahı Ezelden Şarkı Sözleri , Burcu Güneş Albümleri , Burcu Güneş Ervahı Ezelden Cep Telefonuna Mp3 İndir,Ervahı Ezelden bedava mp3 indir ,Ervahı Ezelden cepten ücretsiz indir, Burcu Güneş Ervahı Ezelden Mp3 İndir Dur

Mp3 indir Mp3 Semti bir Mp3 İndirme ve Mp3 Dinleme sitesidir. Sitemizde yayınlanan tüm mp3'ler yüksek ses kalitesi sunmakta ve Mp3 indirme butonu sayesinde hızlı bir şekilde MP3 İndirme hizmeti sunmaktadır.
Şikayet ve Telif Hakkı Bildirimleriniz için mp3semtigmail.com Mail Adresimizi Kullanabilirsiniz.